Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin‘in usulsüz bir şekilde görevden alınıp yerine Mümtaz Soysal‘ın getrilkesinin sebep olduğu kriz bilindiği gibi sürüyor.
Çetin İstifa etmiyor. Kendisini “İkinci Başbakan” ‑ nasıl oluyorsa‑ ilan eden Karayalçın ise çoktan kararını vermiş:
“‑Etmezse azledilir” diyor.
Biz Çetin azledildi edilmedi tartışmalarını bir yana bırakarak, bu gelişmelerin başka bir cephesine bakmaya çalışacağız. Çünkü önünde sonunda bu kabine krizi de atlatılacak. İktidardan ayrılmamak için her şeyi göze alabileceği anlaşılan Murat Karayalçın‘ın, krizin, ortaklıktan ayrılmayı gerektirecek boyutlara varmaması için elinden geleni yapacaktır.
Bu arada şunu da bir anekdot olarak aktaralım.
Bilindiği gibi Karayalçın, milletvekili değil. Hükümetten ayrıldığı an, sivil bir vatandaş olacak. O zaman da Ankara Metrosu ile ilgili yolsuzluk iddialarıyla yüz yüze kalacak. Ortada dolaşan rivayetlere bakılırsa, Karayalçın‘ın bu konuda kendisini aklaması veya en azından Gökçek’in saldırılarına karşı kendisini savunması zor. O yüzden de ne yapıp yapıp, yeni bir seçim dönemi gelinceye kadar hükümette kalacak…
* * *
Yukarda da belirttiğim gibi, kabine krizi nasıl olsa atlatılacak bir olay. Şu şunu deddi, bu bunu dedi, dedikodularıyla yazı yazmak benim tarzım değil. O kunuyu haber bültenlerine havale ederek, biz Soysal’ın dışişleri bakanlığı konusuna gelelim.
Soysal, önce bir Anayasa profesörü. Yani bilim adamı.
İki, radikal bir devletçidir. Altı Ok’ta yer alan devletçilik ilkesine sıkı sıkıya bağlıdır.
Üç, köktenci bir statükocudur. O yüzden, Tinenman meydanında öğrencileri tanklarla tepeleyen Çin hükümetini ve Rusya’da demokratikleşme hareketini başlatan Gorbaçov’a karşı girişilen darbede muhafazakar komünistleri, yani darbecileri desteklemiştir.
Dört, Soysal, Batıyla ilişkiler konusunda da radikal tavırlara sahiptir. Türkiye ve Batı ilişkilerinde nerde ise milliyetçilerin tezini savunur.
Beş, Soysal‘ın, dahildeki olaylar karşısındaki tavrı da nettir ve tavizsizdir. Demokrasiden yanadır ama, demokrasinin ülkenin yıkımına neden olacak bir zaaf olarak karşısına çıkarılmasına tahammülü yoktur.
Altı, Soysal iyi bir Kıbrıs uzmanıdır. KKTC’nin acilen Türkiye’ye bağlanmasından yanadır. Yunanistan’ın Türkiye ve Kıbrısla ilgili düşüncelerini çok iyi bilir ve bu konuda radikal bir milliyetçi yaklaşıma sahiptir.
Yedincise ve en önemlisi, Soysal, ne pahasına olursa olsun tarzı özelleştirmelere karşıdır. İlla da özelleştirme yapılacaksa, bunların devleti güvenliğini tehlikeye atacak alanlarda olmaması gereklidir…
* * *
‑Peki bütün bunlara rağmen, dış politikada Batıcı, Kıbrıs konusunda tavizkar, özelleştirmede gözü kara bir hükümet, Soysal‘ı nasıl bünyesine alır?
Bildiğiniz gibi, Soysal, Anayasa Mahkemesi’ne açtığı davalarla hükümetin özelleştirme politikasına ciddi darbeler indirmiş bulunuyor.
Sonra, Kıbrıs konusunda kesinlikle tavizden yana olmadığı da biliniyor. Oysa bu iki konu hükümetin önündeki en çetrefil konular. Hatta denilebilir ki, bu konudaki başarılarıyla ayakta kalabilecek veya gidebilecek…
Bu durumda şu soru akla geliyor:
‑Hükümet dış politikada çizgi mi değiştiriyor?
Eğer, hükümet, kendisine ayak bağı olmaya başlamış, bir milletvekilini, ağzına bir parmak bal çalarak saf dışı etmeyi düşünmüyorsa, buna “evet” demek zorundayız.
Bu surunun cevabı “evet”se, Türkiye Batıya şu mesajı veriyor demektir:
‑Ya Türkiye’nin varlığına ve bütünlüğüne saygı duyarsın, ya da seninle beraberliğim buraya kadar!
Hatırlarsanız Çiller Fransa’da bunun işaretlerini verdi. Ne diyordu Çiller, “Eğer terör ve diğer konulardaki vurdum duymazlığınızı sürdürürseniz, Türkiye İslami çizgiye kayar” Bunun anlamı, “Türkiye Batı’dan uzaklaşır”dır.
Bizce Soysal‘ın dışişleri bakanlığına getirilmesi bu mesajları da taşıyor.
Ne dersiniz?